SUBÜ Konuşmaları’nın 34’üncü konuşmacısı olan Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fikrettin Şahin, tespit ettikleri bazı bor moleküllerinin anti kanser özelliklerini keşfettiklerini ve ilaçlar geliştirdiklerini söyledi.
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) tarafından düzenlenen SUBÜ Konuşmaları’nın 34’üncü konuşmacısı İlim Yayma Büyük Ödülü sahibi ve Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fikrettin Şahin oldu. Moderatörlüğünü Biyomedikal Teknolojiler Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Mustafa Zahid Yıldız’ın yaptığı söyleşide ‘Türkiye’de Biyoteknoloji Alanındaki Güncel Gelişmeler ve Bor’ başlığı konuşuldu. Söyleşide biyoteknolojinin tarihi, günümüzde Türkiye’deki uygulamaları ve yapılan çalışmalar, bor alanındaki yenilikler, bor temelli olarak üretilen ürünler ve bu alanın geleceği konuşuldu. İzleyicilerden gelen soruları da yanıtlayan Şahin, birçok çalışmanın müjdesini verdi.
Biyoteknolojinin geçmişinin Mezopotamya’da toplu yaşamın başladığı zamanlara kadar gittiğini söyleyen Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fikrettin Şahin, “Eski biyoteknoloji milattan önce 8-10’uncu yüzyıllara kadar gidiyor. Mezopotamya’da çavdar, buğday gibi bitkilerin ıslah ve seleksiyon çalışmalarıyla başlıyor. Sahra bölgesinde de keçi ve koyun gibi hayvanlar ıslah edilerek insanoğlunun hizmetine sunuluyor. Daha sonra biyoteknoloji evirilerek fermantasyon teknolojisi geliştirildi. İlk olarak şarap ve bira gibi alkollü içecekler üretildi. Et ve süt ürünleri bunları takip etti. Fermantasyon teknolojilerinin merkez üssü Mısır’dı. Ardından bu teknolojinin yayılması ilaçlar için de kullanılmasını sağladı. Fermantasyon teknolojilerinin bir sonraki evresi biyoreaktörlere taşınması oldu. Buralarda özellikle savunma sektörünün ihtiyacı olan steroid, aminoasit ve vitaminler üretildi. Gıda ve sağlık sektöründe kullanılabilecek enzimlerin üretiminde de biyoreaktörler kullanıldı. 1980’li yıllara gelindiğinde modern biyoteknoloji ortaya çıktı. Moleküler ve genetik mühendislik teknolojilerinin ilerlemesiyle klonlama teknolojileri devreye girdi ve canlıların genetik arka planlarında kalıcı değişimlerin oluşturulması mümkün hale geldi” dedi.
“Genel kanının aksini ispat ettik”
Bor elementinin yeryüzü kabuğunda çok nadir bulunduğunu söyleyen Şahin, “Kimyasal olarak baktığımızda metalik ve ametal arasında özellik gösteren bir elementtir. Doğada hiçbir zaman serbest olarak bulunmuyor. Çoğunlukla oksijenle bir araya gelerek borik asite dönüşüyor. Metalik elementlerle buluştuğunda ise bor tuzuna dönüşüyor. Bu elementin çeşitli alanlarda kullanılan ve sentezlerle elde edilen çok sayıda bileşiği var. Bizler de grup olarak son 15 yıldır farklı sentezlerle yeni bileşikler elde etmeyi ve bunların farklı sektörlerde kullanımını araştıran bir grubuz. Özellikle tarım, malzeme ve sağlık sektöründeki kullanımı ile ilgili çalışmalar yürütmekteyiz. Bor elementinin biyolojik sistemler için önemine ilişkin bilinmeyenler var. Örneğin memeli sistemler için bor bir eser element olarak bilim dünyası tarafından kabul edilmemiştir. Ancak geçmişte yapılan çalışmalar, ‘biyolojik sistemlere veya biyolojik sıvının içerisine borun hangi bileşiği alınırsa alınsın fizyolojik pH içerisinde borik asite dönüşür, memeli hücrelerinin içerisine girer ve biyolojik olarak bütün aktivitesi borik asit üzerinden olur.’ Hal böyle olunca ve 96 saat içerisinde muhakkak böbreklerden idrar yoluyla atılınca bütün çalışmaları borik asit üzerinden kurgulamalıyız diye düşünmüşler. Ancak ben bunun doğru olup olmadığını analiz etmek için hem bor tuzlarını hem var olan hem de kendi sentezlediğimiz bileşenleri ve borik asiti eş zamanlı olarak biyolojik sistem üzerinde test ettim. Gördüm ki hem hücreye alınışları hem de biyolojik etkileri borik asitten daha farklı. Ben bunu ispat etmiş oldum” diye konuştu.
“Yüzlerce ürün geliştirdik ve patentini aldık”
İnsanların embriyonik kök hücrenin farklılaşması ve biyolojik sistemi oluşturmasıyla meydana geldiğini belirten Şahin, “Kök hücre çalıştığımız için bor bileşiklerinin bütün tiplerini öncelikle kök hücrelerinin üzerinde ayrı ayrı çalıştık. Çalışmalar sonucunda bazı moleküllerin memeli sistemleri için çok toksik, bazıları az toksik, bazılarının ise hiçbir toksik etkisi olmadığını gördük. Bunlardan hareket ederek toksik etkisi olmayan ve olabildiğince az olan molekülleri tespit ettik, onların sağlık sisteminde tedaviye yönelik kullanılması için çalışmaya başladık. Birçok ürün formülasyonu geliştirdik. Moleküllerin çoğunun çok iyi anti bakteriyel özellikleri var. Bu da bunlardan biyosidal, antiseptik, sterilizasyon amaçlı ürünlerin, malzemelerin geliştirilebileceği anlamına geliyor. Hatta malzemelere eklemeler yapılarak bunların insan sağlığına zararlarının ortadan kaldırılabilmesine olanak sağlıyor. Biz bu alanda yoğun bir şekilde çalışarak yüzlerce ürün geliştirdik ve ruhsatlandırdık. Ayrıca hem ulusal hem de uluslararası patentlerini aldık. Bununla da kalmayarak bazı bor moleküllerinin anti kanser özelliklerini keşfettik. Bunların formülasyonlarını geliştirdik. Şu anda klinik aşamadalar. Bazı moleküller ise anti inflamatuar özellikteydi. Bu mekanizma sağlıkta oldukça önemli. Çünkü enfeksiyon ve kanser hastalıklarının temeli inflamasyondan başlar. Eğer sizin anti inflamatuar özelliği olan ve toksik etkisi düşük olan bir molekülden geliştirdiğiniz formülasyonlar varsa o hastalıkların hepsi için ayrı ayrı ilaç geliştirmek mümkün olur. Bizim grubumuz bu ilaçları geliştirdi ve patentlerini aldı” ifadelerini kullandı.