Türkiye’yi yasa boğan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından başlattığı yardım seferberliği ile örnek bir dayanışma sergileyen Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ), bölgedeki bilim insanlarının araştırmaları neticesinde yayımladığı raporlar ile deprem gerçeğine ve riskli unsurlara dikkat çekmeyi sürdürüyor. Bu çerçevede DEÜ’nün “Saha Çalışmaları Yerbilimsel Deprem Ön Raporu” adıyla yayımladığı en son raporunda, DEÜ’lü bilim insanlarının sismik gözlem çalışmaları, ana şok ve artçı depremlerin faylar üzerindeki dağılımları ile detaylı saha gözlemlerinden oluşan araştırma verilerine yer verildi.
Deprem araştırmalarında Türkiye’nin önde gelen yükseköğretim kurumlarından biri olan Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ), depremlere yönelik bilimsel araştırma raporları ile kamuoyunu bilgilendirmeyi sürdürüyor. Türkiye’yi yasa boğan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından “Saha Çalışmaları Yerbilimsel Deprem Ön Raporu” adıyla yeni bir rapor daha yayımlayan DEÜ, Doğu Anadolu Fay Zonu (DAFZ) içindeki Amanos, Türkoğlu-Pazarcık ve Erkenek segmentleriyle, Çardak ve Sürgü fayları ile Antakya Fay Zonu çevresindeki yerbilimsel tabanlı saha çalışmalarını kamuoyuyla paylaştı. TÜBİTAK 1002-C Doğal Afet Odaklı Saha Çalışması Acil Destek Programı desteği ile DEÜ Mühendislik Fakültesi Jeoloji ve Jeofizik Mühendisliği Bölümü öğretim üye ve yardımcılarının iş birliğinde hazırlanan raporda, Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep ve Malatya illerini içerisine alan deprem etki alanındaki 15 günlük saha gözlemlerinden oluşan araştırma verileri yer alıyor.
"En sarsıcı depremdi"
Beş bölümden oluşan raporla ilgili değerlendirmelerde bulunan DEÜ Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ökmen Sümer, Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerin sosyoekonomik ve çevresel etkileri bakımından Türkiye tarihinin en sarsıcı depremleri olduğunu belirtti. Aletsel dönem içinde ise sol yanal faylanma mekanizmalarına sahip dünyadaki en büyük depremlerden ikisinin Kahramanmaraş depremlerinde yaşandığı ifade eden Sümer, “Depremlerin büyüklüğü ve yeryüzünde meydana getireceği yerbilimsel etkiler dikkate alınarak üniversitemiz öz kaynakları, Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Nükhet Hotar’ın yönlendirmeleri ve TÜBİTAK desteğiyle, incelemelerde bulunmak üzere deprem bölgesine giderek birçok alanda saha çalışması gerçekleştirdik. 1939 Erzincan depremi (Mw: 7,9) ve 1999 Kocaeli-Düzce depreminden (Mw: 7,4) daha sarsıcı olan bu depremler, Türkiye’nin tektonik konumu itibariyle bir deprem ülkesi olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmıştır” dedi.
Depremin yaralarını sarmayı sürdürürken, bir yandan afete dirençli şehirlerin ve yapıların inşa edilmesinde bilimin rehber edilmesi gerektiğini hatırlatan Sümer, “Tarihsel dönemden bugüne kadar devam eden depremler Türkiye’nin bir gerçeğidir ve ülkemizin deprem tarihi dikkate alındığında, meydana gelen bu büyük felaket jeolojik alt yapı itibariyle sonuncu da olmayacaktır. Bu şuurla, deprem öncesinde ve sonrasında, meydana gelen kayıpları azaltmak ve kamuoyu farkındalığı oluşturmak için, bir Araştırma Üniversitesi olan Dokuz Eylül Üniversitesi bilim insanları olarak üzerimize düşeni fazlasıyla yapacağımızı, bilimsel bakış açısıyla çalışmalarımızı sürdüreceğimizi belirtmek isteriz” açıklamasında bulundu.
Saha çalışmalarında yüksek görüntü çözünürlüklü İnsansız Hava Araçları (İHA) aracılığıyla depremlerle ilgili önemli keşiflerin tespit edildiğini aktaran Sümer, “Depremlerin meydana getirdiği sismotektonik ve sismogravitasyonel deformasyon etkilerini sahada yerinde gözlem ve GNSS verileriyle kalibre edilen RTK modüllü yüksek çözünürlüklü görüntüleme özelliğine sahip İHA uçuşlarıyla belgeledik. Arazi çalışmalarımızın ardından gerçekleştirilen ofis çalışmaları ile elde edilen veriler, uzmanlarımız tarafından derlendi ve depreme dair önemli keşiflerin yer aldığı bir rapor haline getirildi” ifadesini kullandı.
Sümer, rapora ilişkin bilgilendirmesinin devamında şunları kaydetti:
“Yeni gelişen yüzey kırıklarının yer yer eski fay sarplıklarını ve/veya breşik zonları takip ettiği görülse de, genelde daha önce çalışmamış deformasyon alanları oluşturduğu yorumlanmıştır. Sismogravitasyonel deformasyon yapıları ise gerek ilgili yapısal süreksizlere yakın konumlarda gerekse uzak alanlarda oldukça yoğun şekilde gözlenmiştir. Bu yapılar kendi aralarında sıvılaşma yapıları (sismitler) ve kütle harekeleri şeklinde iki ana başlık altında değerlendirilmiştir. Yapılan ön değerlendirmelerde sıvılaşma yapıları sırt tipi, yarık tipi, kum volkanları ve bacaları şeklinde, kütle hareketleri ise rotasyonel ve ötelenme tipi heyelanlar, kitle kaymaları, kaya düşmesi, kaya devrilmesi, döküntü akması, döküntü çığı, toprak akması ve yanal yayılma yapıları olarak yorumlanmıştır. Sıvılaşma ve yanal yayılma yapılarının özellikle Amik Ovası içinde, kütle hareketlerinden heyelan ve kitle kaymaları tipi deformasyonların ise baskın olarak Hatay il sınırları güneyindeki Miyosen - Pliyosen yaşlı sedimenter kayalarda yoğunlaştığı gözlenmiştir.”
Kahramanmaraş depremlerinde meydana gelen ana şokların konumu ile ana neotektonik yapılar üzerindeki dağılımı, ana şok ve artçı depremlerin faylar üzerinde gösterimi, Türkiye ve yakın çevresindeki ana neotektonik yapıları gösteren bölgesel haritalar ve depremlere ilişkin sismotektonik ve sismogravitasyonel yapılar ile birçok araştırma içeriğinin paylaşıldığı rapora https://haber.deu.edu.tr/yerbilimsel-on-rapor/ adresinden ulaşılabileceği belirtildi.